Ekolojik Kriz Yerelden Başlar, Mücadele de…

Gelecek için verilen mücadeleyi kazanmanın yegâne yolu, ortak bir hikâye, ortak bir tarih yaratmaktır.

Yeryüzü açısından; kapitalizmin devam etmemesinin mutlak bir gerekliliğe dönüşmüş olduğu çok önemli bir dönemeçte yerel yönetim seçimlerine gidiyoruz. Bir şey yapmazsak bu imkansızlığın daha da derinleşeceğini görüyoruz. Daha ötesi yaşıyoruz.

Çoklu kriz tüm yaşam alanlarımızı, toplumsal hayatımızı kuşatıyor. Hayatta kalma koşullarımız hızla kötüleşiyor. Kapitalizm, çalışanların üretirken kendi yok oluş koşullarını da ürettiği bir eşiğe ulaştı.

Kapitalist sistemin sonucu ortaya çıkan dünyanın varlık yokluk durumu hiç bu kadar net olmamıştı. İklim değişikliği ve ekolojik yıkım, tüm doğayı ve canlıların yaşam koşullarını tahrip ederken, bireylerden başlayarak tüm toplumlara uzanan ve tüm insanlığı her alanda, ekonomik ve sosyal sistemi esastan değiştirmeyi zorunlu kılan bir duruma işaret ediyor. Ya biz her şeyi değiştiririz ya da amansız bir iklim durumu her şeyi bizim aleyhimize değiştirir.

Hemen şimdi yapmamız gereken şeyler var. Ertelenemez adımlar var.

Demokrasi mücadelesinin kapsayıcı ve çok yönlü olmasını önemsiyoruz.

Kentlerimizin ve yaşam çevrelerimizin toplum ve doğa yararına değiştirilmesi zorunluluğunu görüyoruz.

Bu değişim içerisinde tüm toplumsal dinamiklerle buluşmayı, değiştirmeyi ve değişmeyi değerli buluyoruz.

Ekoloji ve iklim adaleti perspektifinden söyleyeceklerimiz, birleştirmek istediğimiz mücadelemiz var.

Ekolojik Krizin Nedenlerini, Sorumlularını Biliyoruz

Kapitalizmin sermaye birikim krizini aşmasının yolu olarak doğanın metalaştırılması, tüm dünyayı ekolojik krizinin ağır sonuçlarıyla karşı karşıya bıraktı. Şimdi bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de doğanın sınırsızca sömürülmesinin yarattığı iklim değişikliğinin sonuçları olan felaketlerle yüz yüzeyiz. Bugün artık ekolojik yıkım, insanlar, diğer canlılar ve kentler için büyük bir tehdit unsurudur. Tarım alanlarının yok edilmesi, kırsal alanlarda yaşayanların mülksüzleştirilmesi, doğanın sermayenin ve piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması süreci doludizgin işliyor. Yaşam alanlarımız, kentlerimiz; kamu hizmetlerinin piyasalaştırıldığı, kimsenin kendini ait ve güvende hissetmediği, bir arada yaşamayı değil gettolaşmayı yaratan, kimsenin eşit hizmet alamadığı, her gün yeni bir kent hakkı ihlali ve kent suçuyla yıkıma uğrayan dev tüketim ve atık yaratım merkezlerine, deprem ve diğer afetlerin kader haline geldiği plansız denetimsiz yerleşimlere dönüştü.

Mücadele Etmekten, Örgütlü Mücadele Etmekten Başka bir Çözüm Yok

Doğayı içerisindeki tüm canlılarla birlikte özgür kılabilmenin yolu, ekolojik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaşam yaratmaktan geçiyor. Yaşadığımız dönemde ekolojik kriz, doğanın sömürülmesi ve başta doğal varlıklar olmak üzere tüm canlılara ait müştereklerin metalaştırılması ile birlikte gün geçtikçe daha da artıyor.

Kapitalizmin çoklu krizlerinin etkisi bu hızla giderse ve buna karşı önlem almazsak, yaşam birimlerini kendi kendine yeter hale getirmezsek, egemen sınıfların ‘yaratıcı yıkım’ dediği bu süreç, sermayeye devamlı alan açacak, emekçileri ve gezegeni de sürekli sömürü mekanizmaları içinde tutacaktır. En küçük yerleşim yerinden en büyüğüne tüm yönetim mekanizmalarını ekolojik önceliklerle yeniden düzenlememiz gerekmektedir. Doğa ile barışık yeni bir yaşam biçimini inşa edecek ve sürdürülebilir kılacak yeni bir “ yatay toplumsal yapılanma “ modelinin geliştirilip inşa edilmesi öncelikli hedeflerden olmalıdır.

Mega kentlerin hinterlandı olarak örgütlenmiş olan, bu kentlerin su, enerji, gıda, hammadde gibi tüm temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sömürülen kır ile, emekçiler için yaşanması oldukça zor hale gelen, iklim suçları giderek artan kentlerin, ekolojik ve özgürlükçü bir temelde yeniden düzenlenmesi yerel yönetimlerin en temel görevlerinden biridir.

Ne Yapmamız Gerektiğini Biliyoruz

Ekolojik bir yerel yönetim, ekolojik bakış açısını merkeze alan, birimleri, komisyonları ve belediye meclisiyle ekolojik yıkıma ve ekokırım suçlarına karşı temel koruyucu bir rol üstlenen, tüm kentsel suçlardan arınmış ilkeli bir anlayışla mümkündür. Bu anlayış, yerinden, doğrudan demokrasiyle, toplumun her kesiminin eşit katılımıyla oluşmuş, her konuda özerk, etkin ve kurumsallaşmış halk meclisleriyle güçlendirilmelidir. Bu durum, kent ve kırı var eden her şeyin ve tüm canlıların, doğayı ve yaşamı savunan özneler haline gelmesi mücadelesiyle ortaklaşmalıdır. Neoliberalizmin sermaye birikimi odaklı kent paradigmasına karşı, bütün üretim ve tüketim ilişkilerinde basit yeniden üretimi temel alan kent örgütlenmesi hedeflenmelidir.

Doğaya ve tüm canlılara saygılı yerel yönetimler; popülist yaklaşımlar uğruna doğayı tahrip etmeyen, ağaçları, hayvanları, su varlıklarını, havayı, toprağı koruyan bir anlayışla gerçekleştirilebilir.

Ekolojik yaşamı kurmanın önünde birbiriyle ilişkili dört engel var:

Doğanın metalaştırılması,

Emek gücünün sömürülmesi,

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin artması,

Anayasal ve demokratik hakların yok edilmesi.

Ekolojik yıkımların en çok etkilediği kadınlarla çocukların ve emek gücünün üzerindeki sömürü kalkmadan doğanın sömürüsü engellenemez, sağlıklı bir toplum olmadan sağlıklı bir doğa da mümkün olamaz. Toplumların doğa ile olan bağlarının yeniden güçlendirilmesi ve insanın emeğine yabancılaşma süreçlerinin azaltılması, ekolojik yıkımların, emek sömürüsünün ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin son bulması için mücadele edilmelidir.

Vurguladığımız gibi, bu sorunların tümünün sistem değişikliği gerektirdiğini biliyoruz. Ama biliyoruz ki, sistem değişikliğinin anahtarı, yıllardır sözünü ettiğimiz gibi, insanlar, toplumsal hareketler ve halk örgütlenmeleridir.

Tabandan örgütlenmiş iklim adaleti ve ekoloji hareketlerinin bu mücadelenin önemli bir bileşeni olduğunu ve olacağını biliyoruz. İki yönde de; hem ülke ve hem küresel düzeyde mücadelenin ortaklaştırılması gerektiğini biliyoruz.

İklim kaosunu ve ekolojik yıkımı durdurmak İçin, bu kırılgan sistemin şimdiye kadar karşılaştığının çok ötesinde, dünyanın şimdiye kadar gördüğünden çok daha büyük, çok daha güçlü bir harekete ihtiyacımız var. İnsanlık ve gezegenimizin geleceği için adanmış, aktif, etkili ve yaygın bir hareketi inşa etmemiz gerektiğini biliyoruz. Bunun tüm toplumsal muhalefet için ne ifade ettiğini de.

Eminiz ki, tüm mücadele bileşenleri, doğanın, suların, toprakların, ormanların, hayvanların koruyucularıyla, yaşam ve halk savunucularıyla birlikte olmak istiyorlar, isteyecekler. Bu hareketleri birleştirmek için önümüz açık. Birleşelim ki, hep birlikte kapitalizmin ölüm tacirlerine meydan okuyalım.

Toplumlarımızın bütün canlılarla birlikte yaşaması, ayakta kalabilmesi için kazanmak zorundayız!

Bu çerçevede, ekolojik bakış açısını merkeze alan, yerinden ve doğrudan demokratik katılımlarla güçlendirilmiş, eşitlikçi ve özgürlükçü yerel yönetimler;

Kentleri ve çeperindeki kırsalı doğal ve kültürel varlıklar dahil bütüncül bir ekosistem olarak görmelidir, doğayı bir özne olarak kabul etmelidir, Kentlerin yatay ve dikey sınırsız büyümesinin önlenmesini, küçük ve yavaş kentlerin oluşturulmasını hedeflemelidir,

Kentleri ve tüm yaşam alanlarını afetlere karşı dirençli hale getirmeli, afet birimleri kurmalı ve toplumsal cinsiyete ve ekosisteme duyarlı afet acil eylem planı hazırlamalı, var olanları etkinleştirmelidir. Afetlere karşı acil toplanma merkezleri, müdahale birimleri, acil müdahale ekipleri ve ulaşılabilir ekipman alanları oluşturmalıdır,

Afet dirençli kentlerin dirençli mahalleden geçtiğini, afet hazırlık ölçeğinin mahalle ve sokak tabanlı olduğunu kabul etmeli, yerel yönetimlerin mahalle kapasitesini arttırmak için mahalle meclisleri üzerinden hareket etmelidir, İklim değişikliğine karşı mücadelenin bir aracı olarak, toplumsal cinsiyet duyarlı, uzmanlar ve ekoloji örgütleri ile birlikte “İklim acil eylem planı” hazırlamalı, planın uygulanmasını ve belediyenin imar planlarının hazırlanması, altyapı, ulaşım hizmetleri gibi tüm faaliyetlerini iklim değişikliği açısından izleyen “iklim izleme birimi” kurmalıdır, varolanları etkinleştirmelidir. İklim değişikliğine uyum çerçevesinde, iklim krizinin birinci derecede etkilerinin görüleceği deniz ve göl kıyıları ile dere yataklarını her türlü riske karşı yeniden ele almalıdır,

Kent çeperlerinin, kırsalın ve yaban hayatının madencilik, enerji projeleri, yapılaşma gibi nedenlerden dolayı baskı altında olmasından ve köylülerin geçimlerini sağlamak için işçileştiği gerçeğinden hareketle, bu gidişatı tersine çevirebilmek için kırsal yaşamı, köy yaşamını, geleneksel üretimi destekleyici agroekolojik çalışmalar yapmalıdır. Kırsalı desteklemek için üretim kooperatifleri kurmalı, kâr amacı gütmeyen geçimlik ekonominin geliştirilmesinin yöntemlerini uygulamaya sokmalı ve desteklemelidir, Kentin sağlıklı ve ucuz ekolojik gıdaya erişimi için aracısız üretici pazarları kurmalı ve tüketici kooperatiflerinin kurulmasını desteklemeli ve öncülük etmelidir,

Meclis çevre komisyonlarını işletmeli, tüm çalışma sürecinde uzman kurumlar ve ekoloji örgütlerini karar süreçlerine dahil etmelidir, Kent ve çeperinde yürütülen tüm projeler için, ekoloji örgütleri ve bağımsız uzmanlarla işbirliği içinde, çevresel, sosyal, sağlık etkisi gibi hususları içeren bilimsel “Çevresel Etki Değerlendirme Raporları” hazırlanmasını sağlamalıdır,

Çevre düzeni ve uygulama imar planlarını hazırlarken uzman kurumların, ekoloji örgütlerinin, bölgede yaşayanların katılımını sağlamalı, rantçı değil, halkçı ve ekolojik duyarlı bir anlayışı gözetmelidir,

On yıllardır güvenlik politikaları nedeniyle Kürt illerinde süregiden zorunlu göç ve yaşam alanlarının yok edilmesine ve başkanlık ve belediye meclislerine kayyum atanmasına karşı durmalıdır,

Sermayenin ele geçirdiği tüm kentlerin finans ve kâr merkezi haline getirilmesiyle artan mülksüzleştirmeye ve kentsel dönüşüm adı altında ortaya çıkan soylulaştırmaya karşı durmalıdır,

Afet zamanlarında öne çıkan ekolojik ve toplumsal tüm varlıkların ve müştereklerin gaspına, zorla yerinden etmelere, kültürel, sosyolojik, demografik yıkımlara karşı durmalı ve bu yıkımların engellenmesi için politikalar geliştirmelidir,

“Kamu yararı, kalkınma’ gibi söylemlerle yeşil yıkamacı stratejilere, kırda, kentte müştereklerin ve çiftçinin ve yoksul halkın varlıklarının gasp edilmesine karşı çıkmalıdır,

Tüm canlıların müşterekleri olan ormanlar, sulak alanlar, meralar, tarım alanları, denizler, kıyılar ile kentsel müştereklerimiz olan yeşil alanlar, kamusal alanlar ve tarihi alanları korumalı ve kaybedilmiş, bozulmuş alanların geri kazanılmasına yönelik etkin çalışmalar yapmalıdır,

Tüm yerel ekolojik politikaların diğer yerel yönetimler ve halkla birlikte bölgesel ve merkezi bir politikaya dönüştürülmesi için çaba göstermelidir, Merkezi yönetimlerin ekolojik yıkım politikaları ve uygulamalarına karşı halkla birlikte direnç noktası oluşturmalıdır,

Doğal, tarihi ve kültür varlıklarının envanterini çıkarıp, koruma politikaları geliştirmeli, geçmişle-gelecek arasında köprü kurarak yaşamın zenginleştirilmesi ve değerli kılınması için çalışmalıdır,

Hayvan barınakları adı altında açılan işkencehaneleri kapatmalı, tüm hayvanların kentlerde özgürce yaşam hakkını gözetmeli, ihtiyaçlarını karşılayan eşitlikçi politikalar geliştirip uygulamalıdır, Doğal döngünün kırılmaması için kimyasal kullanımı yerine ekolojik tedbirleri almalı, kırılan döngüler için rehabilitasyon politikaları uygulamalıdır,

Kentleri devasa çöp ve atık üretim merkezi olmaktan çıkarmalı, tüketimi ve atık çıkartılmasını azaltan politikalarla doğayı tahrip etmeyen ayrıştırmayı ve kompostu önceleyen atık politikası izlemelidir,

“Beton ve asfalt belediyeciliği”ni terk etmeli, ekolojik alternatifleri kentlerde uygulamaya almalıdır, iklime, yöreye göre yapı malzemelerinin ekolojik ve sürdürülebilir olması için teşvik edici politikalar geliştirmelidir,

Kent ormanlarını, kent korularını ve kent içi yeşil ve sulak alanları korumalı, yeşil alanları artırmalı, park ve bahçe uygulamalarında yerel türleri gözetilerek yenilebilir peyzaj uygulamalıdır,

Ulaşımda toplu taşımayı öncelemeli, bisiklet kullanımını teşvik etmeli, yaya ve bisiklet yollarını çoğaltmalı, trafiğe kapalı alanların ve meydanların sayısını arttırılmalıdır,

Tarım zehirlerinin kullanımının yasaklanarak agroekolojik yöntemlerle yapılacak yerel tarımı desteklenmelidir,

Enerjinin rant için değil, ihtiyaç kadar, yerelde, halkla birlikte, enerji kooperatifleri tarafından, iklim dostu yöntemlerle üretilmesi ve enerji demokrasisinin sağlanması için politikalar geliştirmeli ve uygulamalıdır,

Kent çeperindeki yaban hayatın korunması ve kent yorgunluğunun azaltılması için ışık ve ses kirliliğinin engellenmesi konusunda önlemler almalıdır,

Suyun tüm canlılar için temel bir hak olduğundan hareketle suyun ticarileşmesiyle mücadele etmeli, içilebilir, temiz ve ücretsiz şebeke suyu sağlamalıdır. Su varlıklarını korumalı, içme, kullanma ve sulama suyunun enerji, madencilik projeleri ve organize sanayi bölgelerinin ihtiyacı nedenleriyle şirketlere tahsisinin önüne geçmelidir. Halkın temiz, sağlıklı su ihtiyacını sağlamayı garantiye almalı, kırda ve kentte kuraklıkla mücadele için su tasarrufu, yağmur hasadı, damla sulama, kuraklığa dirençli peyzaj vb. uygulamaları gerçekleştirmeli ve desteklemelidir.

Bir kez daha vurguluyoruz:

Toplumlarımızın tüm canlılarla birlikte yaşaması, ayakta kalabilmesi için kazanmak zorundayız!