Geçtiğimiz Ağustos ayında sanayi odalarının internette yayınlaması ile gündeme gelen “İklim Kanunu”, Türkiye’nin Ekim 2021’de Paris Anlaşması’na taraf olmasıyla birlikte üç yıla yakındır hazırlıkları yapılan bir kanun taslağı.
2021’den bugüne, Dünya Bankası’nın Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı (PMR) projesi kapsamında gündemleştirilen, 2022’nin Şubat ayında İklim şurası ile zemini hazırlanan, 2023’ün Ağustos ayından bu yana ise kapalı kapılar ardında ‘üzerinde çalışıyoruz, çalışmalarımızı sonuçlandırıyoruz” denilerek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Komisyonu’nun gündemine getirilmesini beklediğimiz bir kanun tasarısı.
Kanunun amaçları olarak açıklanan ‘yeşil kalkınma vizyonu’ ve ‘net sıfır emisyon hedefleri’ kavramlarına küresel ölçekte bir göz atalım: Avrupa Birliği ve ABD’nin sera gazları azaltımında gündeme getirdikleri yeşil yeni düzen, sermaye birikiminden taviz vermeden, yeni teknolojik alanların geliştirilerek sera gazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümeyi devam ettirmeyi amaçlayan ‘ekolojik modernizasyon’ adı altında bir göz boyamadan ibaret. Net sıfır hedefleri de ekolojik yıkımlarla mücadeleyi sera gazı azaltımına indirgeyerek radikal bir toplumsal değişimin önünü tıkamaya ve İKLİM KRİZİ ile gerçek bir mücadeleyi engellemeye hizmet ediyor.
Bu kavramlara Türkiye özelinde bakarsak içimiz bir hayli kararıyor: yeşil düzene öykünen ve oksimoron bir tanımlama olan ‘yeşil kalkınmanın’ son 20 yılda Türkiye’deki seyri, başlıca sektör ve alanlarda genel hatlarıyla şöyle aktarılabilir:
● Enerjide kömüre bağımlı politikalarla kömürlü santral işletmelerine aktarılan devasa teşvikler ve nükleer santrallerle enerji üzerindeki hegemonyanın devam ettirilmesi çabaları. Yerin altında ne kadar mineral varsa kazıp çıkarma gayretiyle tüm ülkenin maden ruhsat alanlarına çevrilmesi. Ucuz odun kaynağı olarak görülen ormanların aşırı seyreltmeyle yok edilmesi. Sanayide inşaat rantına dayalı ekonomik büyümeyi hedefleyen ve çok enerji tüketip yoğun sera gazı salımlarına neden olan çimento, demir-çelik sanayilerinin alıp başını gitmesi. Ulaşımda binek araca bağımlı politikaların otoyol, köprü gibi mega projelerle desteklenmesi. Tarım ve hayvancılıkta endüstriyelleşme, küçük çiftçilerin tasfiye edilmesi. Kamu yararı söylemiyle, acele kamulaştırmalar ve baskılarla köylülerin yaşam alanlarından uzaklaştırılması ve doğayla bağlarının koparılması. Akbelende olduğu gibi ömrü çoktan tükenmiş termik santrallere kömür temini için ormanların yok edilmesi. Proleterleşen geniş halk kesimlerinin büyük kentlere yığılması, yoksullaştırma, yalnızlaştırma ile biat kültürünün yerleştirilmesi. Özetle, ekonomik kalkınma adı altında atılan her adım kazançları özelleştirmeyi, masrafları ise sosyalleştirmeyi hedeflemektedir.
● Net sıfır hedefi ise ayrı bir fiyasko! Zira Türkiye’nin COP27’de açıkladığı ve Nisan 2023’te yayınlanan güncellenmiş 1.Ulusal Katkı Beyanı’nda yer alan hedef, sera gazlarını azaltmaya değil, ekonomik büyümeyi önceleyen bir kararlılıkla tam gaz artırmaya yönelik. 12. Kalkınma Planı da nükleere ve fosil yakıtlara dayandırılarak aynı politik gerekçelerle açıklanmış durumda.
● Geçen sene hazırlanan, ancak halka duyurulmayıp, dar sermaye gruplarından geri dönüşler alınan ve yakında Meclisten geçirilmesi beklenen İklim Kanunu yukarıdaki değerlendirmeler ışığında okunduğunda, “karbon piyasası oluşturmak için sermaye ile yapılan bir sözleşme” olarak tanımlanabilir. Kanunda yer alan azaltım ve uyum hedefleri, ilgili bakanlıkların zaten görev tanımları içinde yer alan konular. Ülkedeki ekokırımların güncel boyutları ve buna rağmen sera gazı salımlarını artırma kararlılığı, bakanlıkların sorumluluklarını bugüne kadar yerine getirmediklerinin ve ilerisi için de bu yönde kaygı taşımadıklarının itirafı niteliğinde. Bu nedenle kanunda bunların tekrarlanması inandırıcılıktan uzak. Kanun, sera gazı emisyonlarını azaltmak için Kyoto protokolü sonrasında ve Avrupa Birliği bünyesinde yaygın olarak kullanılan, ancak salımları sınırlamakta etkin sonuç alınamayan Emisyon Ticaret Sistemini getiriyor: Doğayı koruma, emeğin hakları, adil geçiş derken kendimizi karbon fiyatlandırma araçlarının, kirletici gaz tahsisatlarının, gelir gider hesaplarının ortasında buluyoruz! Kanundaki asıl niyet ise ucuz emek gücüyle üretim maliyetlerini düşük tutan ve madenleriyle gelişmiş sanayi devletlerinin hammadde deposu haline gelen Türkiye’nin dünya piyasalarına ve Avrupa Birliği’nde 2026 başında devreye girecek olan Sınırda Karbon Düzenlemesi’ne uyumun sağlanması.
● İklim kanunu, tüm varlıkların metalaştırıldığı, müştereklere gitgide artan oranda şirketlerin kazançları için el konulduğu, geniş halk kesimlerinin sanayi için ucuz işgücüne dönüştürüldüğü bu dönemde karbon ticareti ve finansman mekanizmaları yoluyla iklim krizi meselesini piyasanın bir aracı haline getiriyor. İklim borcunun, köylü ve emekçi haklarının, doğa üzerindeki yıkımların üstünü örterek ‘yeşil kalkınma’ safsatasıyla sermaye birikimi için gerekli hukuki altyapıyı oluşturmaya hizmet ediyor. Doğanın haklarını, halkın yaşam alanlarını ve refahın korunmasını mesele etmiyor. Şirketlerin haklarını, zenginlerin refahını ise sürdürülebilir kılmaya çalışıyor.
Sonuç olarak İklim kanunu, doğayı ve emeği sömürerek edinilen kirli kazançları, kirletici ticareti yoluyla sağlama almaya, sermayeye zımni olarak verilen kirletme hakkını karbon piyasası yoluyla meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Karbon ticareti ile hava ticarileştirilmekte ve böylelikle sermayeye yeni alan açılmaktadır. Kanunun kimi taslaklarında görüldüğü üzere normlar hiyerarşisi bozulacak ve bu alan için her türlü hukuksal altyapıyı da yapmaya çalışacaklardır. Hiçbir ticari hukuk normu, doğal varlıklarımızın, tarihi ve kültürel zenginliklerimizin korunmasına dair yasalardan üstün tutulamaz. Anayasal ve yasal kurumların görev ve yetkilerini ortadan kaldıracak şekilde bağımsız ve denetimsiz, üstün yetkilerle donatılmış bir idari yapılanma, her türlü hukuki güvenliği yurttaşlar aleyhine ortadan kaldıracaktır. Ekoloji örgütlerini ve halkın katılımını gözetmeyen resmi kurum ve sektör temsilcileri tarafından kapalı kapılar ardında bir iklim kanunu yapılamaz. Türkiye’de mevcut yetersiz doğa koruma ve çevre mevzuatını dahi sermaye lehine işlevsiz bırakacak düzenlemeleri kabul etmiyoruz. Sömürünün olmadığı, ekolojik bir yaşamın inşası için herkesi dayanışmaya ve bu kanunun iptali için seslerini yükseltmeye çağırıyoruz.