İki yıl önce büyük yıkımın ortasında, birbirimize tutunduk ve ayağa kalktık. Yeryüzü dayanışma tarihine benzersiz çabalarla yeni boyutlar kattık. Dayanışmanın, amansız koşullar altında dahi, umudu nasıl çoğalttığını gördük. O zor ve taşınması güç günlerde deprem bölgesini hiç yalnız bırakmadık.
Şehirlerimizi hep birlikte, bir kez daha yıkılmayacak şekilde ayağa kaldıracağımızdan
kuşku duymaz olduk. Doğayla uyumlu olmayan, ona rağmen yapılan her şeyin yıkım
getirdiğinin bilincinde, nasıl bir ekolojik restorasyon yapılabileceğini önemsiyor ve
ortaklaşıyorduk.
Hatay, Adıyaman, Maraş gibi yıkımın en çok olduğu bu illerde tarihsel ve kültürel
sürekliliğin sağlanmasının bizi biz yapan olmazsa olmazımız olduğunun, biyolojik
çeşitliliğin, dağıyla toprağıyla doğanın korunmasının öneminin farkındaydık. Bu aynı
zamanda çığlıkları hiçbir zaman kulağımızdan eksilmeyen canlara borcumuzdu.
Dayanışma geleneğimizle, sosyal yapımızla, asırlara dayanan katmanlı, zengin
kültürümüzün geleceği kurmakta en önemli kaynak ve birikim olduğunu biliyorduk.
Bunları herkes biliyordu. Süreci iyi yönetmek isteyen herkesin ilk görmesi ve
dayanması gereken olanak; bu birikimden beslenen halkın birlikte yapma ve onarma
gücünün varlığıydı.
Geçen iki yılda tam tersi yapıldı.Yüzde 85’i yıkılmış olan Antakya-Defne’de,
Samandağ’da, Kırıkhan’da, Hassa’da hiçbir şey olması gerektiği gibi yapılmadı.
Kurtarmadan, hasar tespitine, enkaz kaldırmadan, enkazın taşınmasına, depolanmasına, ayrıştırılmasına, yapıların boşaltılmasına, yıkımına, çadır alanlarından, konteyner alanlarına, okulundan, sağlık tesisine, taş ocağından, beton santraline, gıdadan, tarımsal üretime hangi konuyu ele alsak sorun olmaktan öte tam bir kriz alanına dönüştü.
Antakyalıları bir anlamda zorunlu göçe zorlayan olumsuz yaşam koşullarına rağmen
iki yıldır deprem bölgesinde dertleri katmerleyen rezerv alan meselesine, tarım
alanlarının ve zeytinliklerin imara açılması, molozlardan sonra beton santralleri ve taş
ocaklarıyla kirletilen hava gibi sorunlara rağmen, yalnız doğup büyüdüğü yerleri
bırakmak istemeyen Hataylıların geleceğini değil, tüm ekosistemin geleceğini
belirsizleştiren yeni sorunlara rağmen umudumuzu koruma çabasındayız. Bütün
iyiliğimizle, iyileşme umudumuzla yaptığımız çağrılara devam edeceğiz.
Temel ihtiyaçların karşılandığı sağlıklı bir çevrede yaşamaya dair yapılacakların bir
lütuf değil Anayasal hak olarak ele alınması için, Antakya’nın kimliğini, doğasını
tehdit eden uygulamaların önlenmesi için çabalıyoruz, bu çabaların görünür hale
gelmesi için dayanışma grupları arasında bağları güçlendirmeye çalışıyoruz. Bu
nedenle depremin ilk günlerindeki gibi dayanışmaya ihtiyacımız çok büyük.
Yüzlerce sorun/konu içerisinde aşağıdaki öncelikli onbir talebi ortak talebimiz
haline getirerek Hataylılara, Antakya’ya destek vermeniz; hak arayışlarının
duyulmasına yardımcı olmak yanı sıra İstanbul depremi gibi beklenilen büyük
depremlere karşı dirençli ve afetlere hazırlıklı bir toplum olmamıza önemli bir katkı
sağlayacak.
- Geleceğimizi belirleyen tüm konularda
söz ve karar yetkisi istiyoruz. Tüm
konuları tartışacağımız kamuya açık, şeffaf müzakere süreçleri ve
mekanizmaları oluşturulmalıdır. Ada ve sokak bazında hak sahipleri ve
yaşayanlarla müzakere muhatapları acilen belirlenmeli, duyurulmalıdır. - Her türlü ekolojik yıkım faaliyetinin durdurulmasını, tüm canlıların ve doğanın haklarının düşünüldüğü, irdelendiği, korunduğu bir ekolojik restorasyon programının oluşturulmasını talep ediyoruz.
- Kamu otoritelerine güvenerek, onların onayıyla, onların kontrol sorumluluğunda inşa edilmiş yapıları edindiğimiz için ev dahil tüm kayıplarımızın bedelsiz karşılanmasını istiyoruz.
- Adalet arayan ailelerin davalarının hızla sonuçlanmasını depremde yıkılan binalarda kontrol ve denetimleri yapmayan yetkililerin cezalandırılmasını bekliyoruz.
- Gündelik yaşamımızı cehenneme dönüştüren tüm sorunların çok kısa sürede düzeltilmesini istiyoruz. Yol, su, kanalizasyon, elektrik, iletişim altyapısı sıkıntılarının hala çözülmemiş olmasını kabul etmiyoruz. Kentsel erişim sorunlarının çözülmesini, toplu taşımın geliştirilmesini talep ediyoruz. Sağlık ve eğitim hizmetlerindeki mekan ve personel eksikliklerinin giderilerek kaliteli sağlık ve eğitim olanaklarının oluşturulmasını bekliyoruz.
- Başta Antakya-Defne olmak üzere yıkılan şehirlerimizin müteahhit inisiyatif ve yararı tarafından değil, akıl, birikim ve mutabakatla özgün kimliği gözetilerek, yerel halkın bilgilendirilmesiyle onarılmasını talep ediyoruz.
- Sadece insanlarımızı kaybetmedik. Sadece binalarımız yıkılmadı, şehrimizi de kaybettik. Her türlü iş olanağı, üretim de yıkıma uğradı. Kendi ayaklarımız üzerinde durma çabamızın desteklenmesini istiyoruz. Her sorun gibi yerel halkın nasıl istihdam edileceği, yerel ekonominin nasıl destekleneceği bölgede yaşayanlarla birlikte ele alınmalı. Tüm inşaat faaliyetlerinde yerel işgücüne, istihdam olanakları sağlanırken yerel esnafa öncelik tanınmalıdır.
- Vadilerimizin, zeytinliklerimizin moloz deposuna dönüştürülmesini, dağlarımızın taş ocakları ile delik deşik edilmesini, yaşam alanlarımıza rastgele beton santrali kurulmasını kabul etmiyoruz. Tozsuz, havası temiz bir Antakya’nın, Samandağ’ın mümkün olduğunu biliyoruz ve istiyoruz.
- Hem toplumsal, hem bireysel hafızamızın mekan lizlerinin yok edilmesini, şehirlerimizin bir boş düzlem, bir boş arsa olarak ele alınmasını kabul etmiyoruz. Merkezde, ilçelerde ve mahallelerde her türlü mülksüzleştirmeyi reddediyoruz.
- Antakya denince ilk akla gelen onun tarihi ve kültürel mirasıdır. Tarihi kent merkezinde yapılan uygulamalar, depremin verdiği zarardan daha çok tahripkar olmuştur. Antakya’nın ayağa kalkması bu alanların restorasyonuyla birlikte olacaktır. Ortak mirasımıza dair her türlü hoyratça müdahale durdurulmalıdır. Akıl, bilim, planlama ile duyarlı ve zamanı da iyi kullanan bir süreci kotarabilmeliyiz.
- Antakya yüzlerce yıldır kadim halkların birlikte yaşamasıyla oluşturdukları ortak kültür ve sosyal doku ile bir dünya mirasıdır. Bu yapının hiçbir bileşenine zarar verilmesini, düşmanlaştırılmasını, direk veyadolaylı uygulamalarla göçe zorlanmasını, mülksüzleştirilmesini asla kabul etmiyoruz. Azalmayacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Antakya’ya ve deprem bölgelerine gelebilenleri yanımızda olmaya, gelemeyenleri sesimize ses olmaya çağırıyoruz. Bulunduğunuz her yerde, 6 Şubatta, meydanlarda kayıplarımızı anmanız ve taleplerimizi dillendirmeniz kamusal alanda sesimizin duyulmasını sağlayacak.
Bununla da yetinmeyeceğinizi biliyoruz. Kurumsal ve bireysel dayanışma ağını yeniden örmemiz çok önemli.
Hep ilişkide kalın. Binlerce yapılacak işler listesinden bir iş seçin, yapmak
istediğiniz işi ekleyin. Umudun toplumun kendisinde olduğunu, toplum olmanın
zamanı olduğunu gösterelim.
Biliyoruz ki, bugün yaşantımızı her yönüyle şekillendirme hakkını kendinde görenler gidecek, geriye bir biz ve dayanışma anılarımız kalacak.
İKLİM ADALETİ KOALİSYONU & EKOLOJİ BİRLİĞİ