1986 yılında, Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 Numaralı reaktöründe yaşanan kazada nükleer çekirdek eridi ve çıkan yangın sonucu oluşan nükleer serpinti bulutu Türkiye’yi de kapsayan geniş bir alana yayıldı. Yapılan araştırmalarda toplamda 60 bin insanın kansere yakalanacağı ve bunlardan 30 bininin öleceği bulgulanmıştır. Bu verilerle tutarlı olarak Karadeniz sahillerinde yaşayan pek çok insan kansere yakalanarak hayatlarını kaybetti. Nükleer felaketten sonra Çernobil’in bulunduğu yerdeki çam ormanları ve hayvanlar ölmüş, geri kalanlar ise yoğun radyoaktivitenin etkisiyle eksik veya fazla uzuvlarla doğmaya mahkûm edilmiştir.
2011 yılındaki Fukuşima nükleer felaketine, 9,0 büyüklüğündeki deprem sonucu ortaya çıkan 14 metrelik tsunami dalgası neden oldu. Santrali koruyan duvarların boyu 5,7 metre ile kısa kaldı ve elektrik şebekelerini su basınca soğutma gerçekleşemedi: Bunun sonucunda, tıpkı Çernobil’de olduğu gibi nükleer çekirdek eridi.
Fay hattına yakınlığı ile bilinen Akkuyu’nun da Fukuşima’da yaşananlara benzer deprem ve ardından tsunami gibi felaketlerle karşılaşma riskini, özellikle 6 Şubat depremleri sonrası büyük bir ciddiyetle ele almak gerekirken, daha kurulumu tamamlanmamış reaktörlere nükleer yakıt getirmek, kesinlikle kabul edilemeyecek bir sorumsuzluktur. Oysa hükümet, ne Türkiye’nin de Çernobil’de yaşadığı ağır bedelden ne de nükleer enerjinin geniş kapsamlı ve çok ağır yıkımlarını bize yakın geçmişte yeniden hatırlatan Fukuşima’dan ders almamakta ısrarlıdır.
Yarın Akkuyu’ya getirileceği söylenen yakıt çubukları ile başlatılacak bu çok tehlikeli süreç, kitlesel ölümlere neden olma ve doğanın geniş ölçekli, telafi edilemez derecede yok edilmesi riskini barındırmaktadır. İnşaatı halen devam eden bir santrala alelacele radyoaktif yakıt getirilmesi, AKP hükümetinin seçime yönelik yatırımlarından birisidir. Bu siyasi şov uğruna baştan beri plansızlık ve programsızlığın hüküm sürdüğü santral inşaatında iş güvenlik önlemleri göz ardı edilmiş ve işçi cinayetleri yaşanmıştır. Doğayı sömürenler, emeği de acımasızca sömürmeye devam etmektedir.
20 yıllık enerji politikaları, ekosistemleri yıkıma uğratan ve iklim krizini ağırlaştıran fosil yakıtlara, kamu kaynaklarının sermayeye aktarımına, halkın en temel ihtiyacı olan enerji üzerinde hakimiyet kurmaya dayanan AKP hükümeti, nükleer santrallarla bu hegemonyayı sürekli hale getirme gayretindedir. Radyoaktif yakıt atıklarının halen uygun bir şekilde bertarafının mümkün olmadığı yönünde uyarılar defalarca dile getirildi. Buna karşın Rus şirketle yapılan anlaşmada, radyoaktivitesini on binlerce yıl koruyacak olan atıkların toprağa ve yeraltı sularına karışmadan nasıl yönetileceği meselesi Türkiye’ye bırakılmıştır. Bu konu hükümet nezdinde sadece mevzuattaki detaylardan ibarettir; halk sağlığı ve insan dışı canlıların hayatı AKP için ancak kendi kasasında paraya dönüştürüldüğü sürece değerlidir. Benzer şekilde ticari ömrünü doldurduktan sonraki söküm bedeli en az kurulum bedeli kadar yüksek olan nükleer santralin, işi bittikten sonra ortadan kaldırılması da Türkiye’nin sırtına yıkılmıştır. İleride ödeyeceğimiz bu ağır ekolojik ve ekonomik bedel hükümetin umurunda değildir.
Günümüzde devletler, uluslararası hukuktaki “ihtiyatlılık “ve “öngörülebilirlik” ilkeleri gereğince, insan hakları ihlallerinin ve zararın meydana geleceğini öngörmek zorunda olup, bu ilkeler doğrultusunda olası zararlardan sorumlu tutulmaktadırlar. 2004 Protokolü ile 01.01.2022 tarihinde yürürlüğe giren ve TBMM tarafından da onaylanan Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Taraf Sorumluluğuna İlişkin Paris Sözleşmesine istinaden Akkuyu nükleer santralinde meydana gelecek bir kaza ve/veya nükleer felaket sonrasında “sınır aşan kirlilik” nedeniyle Türkiye tüm Akdeniz ülkelerine karşı sorumlu olacaktır. Diğer yandan Nükleer Düzenleme Kurumu Kanununa göre santralin sahibi ve işletmecisi Rusya’nın üstleneceği sorumluluk tutarı sadece 300 milyon Euro olup, nükleer bir felaket sonrası karşılanması beklenecek tazminat bunun yaklaşık 3000 katı olacağından geri kalan risk tutarı Türk halkının omuzlarına yıkılacaktır. Yani, insanın ve doğanın yaşam hakkı, tıpkı 6 Şubat deprem felaketinde olduğu gibi daha şimdiden hukuksuzca hiçe sayılmaktadır.
İnsanın da bir parçası olduğu doğanın katli, ekokırım suçudur. Geniş ölçekte ve telafi edilemez boyutlarda yaşanacak, sonraki kuşakları da derinden etkileyecek bir ekokırım suçunun, göz göre göre Akkuyu Nükleer Santralinde işlenmesine izin vermeyeceğiz. Bu ülkede nükleer santral inşa edilmeyecek, doğayla barışık ekolojik yaşam inşa edilecek. Kurucusu bizler olacağız ve bu yolda mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.