Yaşanan Yıkımların Yaralarını Saracağız; Dayanışmayla Ve Hesap Sorarak

Kasım 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği (COP26) görüşmeleri sırasında, sistemin emrindeki devlet aygıtına karşı muhalif tavrımızı açıkça ortaya koymuş, kapitalist yağma ve sömürü düzeninin insanı tutsak aldığını vurgulamıştık. Doğal varlıkları piyasadaki mallara, insanları müşteriye, özgür yaşamı içi boş tüketim ilişkilerine indirgeyen kapitalizmin içkin değerlerinin, ekolojik yıkımları bizzat hazırladığını ifşa etmiştik.

Türkiye son 20 yılında muazzam ekolojik yıkımlara maruz bırakıldı. Bu yıkımlar peşi sıra geniş ölçekte sosyal felaketler getirdi; acele kamulaştırmalarla göçe zorlanan, mülksüzleştirilen insanlar, doğal yaşam alanlarında işgalci muamelesi gören köylüler, havası kirletilen yerleşim alanlarında hızla artan kanser vakaları, suyu hoyratça harcanan yerlerde kuraklık ve temiz suya erişim zorluğu, toprağı zehirlenen alanlarda temiz gıdaya erişim ve geçim sıkıntıları, kontrolsüz bir şekilde hızla artan sera gazı salımlarının küresel ölçekte oluşumunda rol aldığı afetler…

Depremin yıkımı üzerinden rıza üretimine karşı hesap sormaya devam edeceğiz

6 Şubat Pazarcık depremlerinde, bir doğa olayının nasıl kitlesel bir sosyal felakete dönüştüğüne tanık olduk. İktidarı boyunca sermaye rantının hizmetinde olan, kurumsallaşmayı, liyakati, denetimi ortadan kaldıran, bunların yerine kuralsızlığı, patronaj sistemini, demokratik örgütleri itibarsızlaştırmayı koyan AKP hükümeti, arama-kurtarma çalışmalarından, depremzedelere acil yardım sağlanmasına, enkaz kaldırmadan, yeniden yapılanmaya kadar tüm alanlarda delil karartmayı öncelemektedir. Aceleci, plansız, bilimsellikten uzak uygulamalarla depremde yaşanan travmalar derinleştiriliyor, yerel halkların geleneksel yaşantıları, kadim uygarlıkların devamı olan yaşam mekanları ve kültürün ayrılmaz parçası olan geçim olanakları hiçe sayılıyor. Apar topar enkaz kaldırma ve depolamadaki, çevre mevzuatını ve asbestle çalışma iş güvenliği yönetmeliğini dikkate almayan bilinçsiz uygulamalar, büyük çapta enkaz bulunan kentleri asbest tozuna dayalı kitlesel kanser riskine maruz bırakıyor. Deprem sonrası parçası olduğumuz gönüllü, örgütlü ağlar, yaraların sarılmasında dayanışmanın değerini açıkça göstermiştir. Hükümetin bizleri yalnızlaştırmaya, kadercilik retoriği üzerinden rıza üretmeye çalıştığı her alanda yalnızlaşmanın karşısına dayanışmayı, rıza göstermenin karşısına hesap sormayı koyarak var olmaya devam edeceğiz.

İklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı önlemler alınmadı, yoksul halk sel felaketiyle baş başa bırakıldı

15 Mart’ta Urfa ve Adıyaman’da etkili olan sağanak yağış sele dönüştü ve ardından can kayıpları yaşandı. Depremle alt üst olan yaşamlar, selle bir kere daha alt üst edildi. Son 20 yılda Türkiye’yi fosil yakıtlara bağımlı hale getiren enerji politikaları, inşaata ve betona dayalı kalkınma anlayışı, kamu kaynaklarının mega projelerle heba edilmesi yoluyla sera gazı salımlarında önemli artışa neden olan AKP Hükümeti, bu sel felaketinden BÜYÜK ÖLÇÜDE sorumludur. Adına “iklim değişikliği” eklenen ilgili bakanlık, geçtiğimiz Kasım ayında COP27 toplantılarında, 2030 yılına kadar sera gazlarında artışa devam edileceği açıklamasıyla, iklimi değiştirme konusundaki kararlılığını bir kere daha dile getirmiştir. 

Küresel sistemin kurumlarının bile uzun yıllardır uyarılarda bulunduğu, iklim krizinin etkilerine ilişkin hazırlanmayı ve direnci arttırmayı içeren öneriler bile Türkiye’de hayata geçirilmedi. Hükümetler arası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) yayınladığı raporlarda başta kuraklık ve sel olmak üzere Türkiye’nin iklim krizine karşı en kırılgan coğrafyalardan birinde yer aldığı bilimsel verilerle dile getiriliyor. Buna karşın somut hiçbir adım atılmadı, 2011-2023 dönemini kapsayan İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) ölü doğdu, buradaki eylemlerin akıbeti hiçbir zaman kamuya duyurulmadı. 2022 Şubat ayındaki İklim Şurası ile iklim konusundaki çalışmalar sil baştan yapıldı, şura sonuç bildirgesinde halkını gözeten, halkın refahı için önlemler alan değil, sermayenin kazancını garantileyen bir devlet figürü boy gösterdi. 

Dünya Bankası’nın, ilkini Türkiye için hazırladığı ve 2022 ortasında yayınlanan “Ülke İklim ve Kalkınma Raporu (CCDR)”nun “İklim, Refah ve Adil Geçiş” başlıklı notunda Urfa’nın, Türkiye’de fakirlik seviyesinin altındaki en kalabalık il olduğu bilgisi yer alıyor. Aynı raporun, fakir nüfusun sele maruz kalma riskini gösteren grafiğinde Şanlıurfa, açık ara farkla önde görünüyor. Ne yazık ki, bu verilere hükümet gözlerini kapatmış, bölge insanının refahını gözeten politikalar hayata geçirilmemiştir. Yaşanan sel felaketi sonrası zaten büyük oranda yoksullukla mücadele eden bölge halkının sorunlarının daha da derinleşeceği açıktır. Depreme hazırlık konusunda göz ardı edilen bu coğrafya, sel riskine karşı önlemler konusunda da ihmal edilmiştir. Bölge halkının iklim krizinin yaratabileceği felaketlere hazırlanması için uzun yıllar boyunca hiçbir şey yapmayan AKP Hükümeti, sel sonrası yaşanan sosyal felaketten TAMAMEN sorumludur.

Ekolojik yıkımlara ve toplumsal felaketlere karşı dayanışma 

Urfa-Adıyaman sel felaketi, ekolojik yıkımlarla toplumsal felaketlerin ne kadar iç içe geçtiğini, ekosisteme verilen tahribatın er ya da geç ama mutlaka sosyal kayıplara neden olacağını bir defa daha gösterdi. Ekolojik yaşamı kurmadan sağlıklı bir toplumda var olmayı hayal edemeyiz. İnsana vurulan prangaları kırmadan da ekolojik yaşamı kuramayız. Bunun bilinciyle ilerlemeye devam edeceğiz; dayanışmayla ve hesap sorarak.